Gezelim Görelim Part 1


Mersin'den yaklaşık olarak yüz kilometre kadar uzaklaşıp, uzun korkunç yazlık sitelerin hakimiyetinin kırıldığı sahilleri bulduğunuz zaman küçük bir yol ayrımı çıkacak karşınıza; Tisan Adası. Yol ayrımını seçerseniz eğer kocaman bir dağı tırmanma cesaretini göstermeniz gerekecek. Yok eğer bu yol ayrımına sapmaz da devam ederseniz Mersin'in birbirinden güzel bakir koyları ile keyifli bir yolculuk sizi bekliyor olacak ki ben yolunuzu Aydıncık, Aynalı Göl Mağarası'na kadar uzatın derim.

Şimdi alalım sırt çantalarımızı yola koyulalım o zaman. Önce Tisan Adası ile uçsuz bucaksız maviliklere açılalım, sonra da yer altında grinin tüm büyülü tonları ile Aynalı Göl Mağarası'na gidip hortkuluk avına çıkalım! Korkmayın canım burada Voldi amcanın iskeletor bekçileri yok.

Biraz geç başlayan tatil günlerim ağabeyimin 'kap çantanı gel Tisan'a gidiyoruz!' çağrısı ile bir anda şenlendi. Kaptım çantamı çıktım ben de yola. Direksiyondaki deli ağabeyimdi ve yol da uçurumlarla ilerliyordu. Virajlı yollar böylece kabusa dönüştü. Yine de küçüklüğümden beri her türlü tatlı acı işkencesine alıştığım ağabeyim ile her yol keyifli gelmiştir bana. İşte böyle duygu karmaşaları, kişilik bunalımları yaşıyorum bu adam yüzünden 22 senedir. Bir tane tutarlı an yaşayamıyorum yanında. Takriben 11 yaşımda iken bana Will Smith'in baş rolünü oynadığı bir distopya filmi olan I'm Legend'ı izletip ardından da ben odamda yokken tavana ayakkabısını basmıştı. Bir de uyumadan baş ucuma iyi geceler dilemek için gelmiş, '' şu ayak izi kimin'' diyerek korkudan burnumun kanamasına sebep olmuştu. Sonra kıyamayıp olayı açıklamış, korkumun geçmediğini farkedince de başımda sabahlamıştı. Bu yüzden zamanla biraz mazoşist bir kişilik kazanmış olabilirim. İnsan alışıyor nihayetinde.

Yol, sonunda aşağı doğru kıvrılmaya başladığında bir 'oh' çektim. Etrafı şöyle bir gönül rahatlığı ile inceledim. Karşıda pırıldayan bir karanlık ve karanlığın kıyısında bembeyaz evlerden oluşan harika bir yarım ada vardı. Arabadan indiğimizde havanın serin olması beni şaşırttı. Mersin'de deniz kenarında herhangi bir yerde böyle bir serinlik bulmanız imkansızdır. Oksijenin bolluğundan olsa gerek o gece erkenden sızmışım.

Sabahın ilk ışıkları ve babamın senelerdir çalmaktan vazgeçmediği sabah şarkısı olan ''çay kaşığını çay bardağına dur durak bilmeden vuralım'' adlı parçası beni uyandırdı. Yüzümü yıkadıktan sonra bahçeye çıktım. Evin ön tarafı denize, arka tarafı ise henüz el değmemiş muhteşem bir çam ormanına bakıyordu. Oksijenin ve serinliğin sebebini anlamıştım. Ardından babamla denize koştuk. Bu ada kocaman bir papyona benziyor. 

En açıklayıcı görsel bu olsa gerek. (bana ait değil)

Adanın bir tarafında dalga olduğu zaman diğer tarafı ölü deniz kadar durgun oluyormuş. İlginç doğrusu. (Coğrafya ile pek aram yoktur fakat bu ilginç olayı açıklayabilecek olan varsa çok sevinirim.) Bizim kaldığımız evin tarafında olan koy (fotoğrafa göre sağ tarafta kalıyor) o sabah dalgalıydı. Babam bana yukarıdaki ilginç bilgiyi verdikten sonra diğer koya doğru yürümeye başladık. Havuz olsa bu kadar durgun olurdu gerçekten; masmavi berrak bir havuz. Denizin dibi çok net görülüyordu. Benim gibi balıktan korkan biri için bu pek de iyi bir durum değil aslında. (Evet balıktan korkuyorum. Ağabeyim de kuşlardan. Daha altı yedi yaşlarında iken eve kuş aldırdım diye bana kızıp buzluktan çıkarttığı hamsi ile beni kovalamıştı hatta. Bu tatil de tuzak olabilir. Yok artık canım o kadar da değil. O kadar mı yoksa ?? :D)

Babam sağolsun kızının saçma sapan korkularını hiç yadırgamamıştır. Bu güzelliği kaçırmamı istemediği için elimden tutarak, yer yer kucağına alarak biraz açıkta olan dubaya kadar beni götürdü. Suyun altını izledik beraber. O kadar güzeldi ki. Her renkte balık vardı. Mavi kırmızı benekli beyaz bir balık gördüğüme yemin bile edebilirim . Keşke su geçirmeyen telefon kaplarından daha önce haberim olsaydı da bu güzellikleri sizinle de paylaşabilseydim. Yine babamın yüreklendirmesi ile bir süre sonra suya atladım. Bu kadar güzel canlılarla bir daha nerede karşılacağım ki. Üstelik korktuğum gibi insan eti de sevmiyorlar sanırım :D. 


Günün sabahı



Baba dur bakayım ben de seni şurada çekeyim :D


Aynı koyda ikindin birası.
                       

                              
                                Babam ve herhangi bir yazlık ev birleşince fotoğraf ister istemez doksanlar oluyor.
***

Ertesi sabah ağabeyimin eşi Ezgi abla bizi tuttuğu gibi Aydıncık Aynalı Göl Mağarası'na getirdi. Tisan ile arasında hiç yoktan otuz kilometre var. Yoldayken Tisan Adası'nın nasıl keşfedildiğini konuştuk. Kıbrıs Harekatı sırasında bölgeden helikopterle geçen bir albay tarafından farkedilmiş. 

Derken geldik şu meşhur mağaramıza. Hayatımda hiç inip çıkmadığım kadar merdiven inip çıktım burada. Lakin mağara kapılarına gelene kadar yine öyle güzel bir mavi eşlik ediyor ki size; sızlanmaya yüzünüz tutmuyor. Mağaraya girdikten sonra ise bambaşka bir boyuttasınız zaten. Harry Potter ve Melez Prens, Dumbledor ile hortkuluk avındasınız. Mağarada bir süre ilerledikten sonra abime ''Bedel ödenmesi gerekiyor'' demiş olabilirim :D Burada fotoğraf çekilmesi, özellikle de flaş patlatılması yasak olduğu için fotoğraf çekemedim. Hatta çekenlerin fotoğraflarına dahil olarak bir kaç trol girişiminde de bulundum. En son biraz ileri gidip topukluları ile mağara gezmeye gelen bir ablamızın videosuna atlamış ve ''Burada çekim yapmak mağaranın ömrünü kısaltıyor!!'' da demiş olabilirim.

İnerken tatlı tatlı gelen merdivenler dönüşte bir bir tırmalamaya başladı kabul ediyorum. Eh o kadar merdiven olunca biz de durur muyuz bu sefer de mağaranın hikayesi hakkında konuşmaya başladık. Bu mağarayı da bir kirpi avcısı, kirpi kardeşlerimizden birinin peşindeyken keşfetmiş. Ardından hemen ilgili mercilere durumu bildirmiş bildirmesine de, mağaranın insanlara da ev sahipliği yaptığı düşünüldüğü için burada bir hazine olabileceği ihtimalini göz önünde bulunduran yetkililer; adamın bir şeyler çalıp çalmadığını anlayana kadar onu gözaltında tutmuşlar. Çok geçmeden mağaranın bakirliği kanıtlanmış ve avcımız özgürlüğüne kavuşmuş.

Merdivenlerin gazabından sonra ben.
                                                                        ***

Bir sonraki gün yine erkenden kalkıp yollara koyulduk. Bu sefer gözümüzü yengeç yeme hırsı bürümüştü. O yengecin kaçışı yoktu, er geç bizim olacaktı elbet. Bu sebeple az gittik, uz gittik bataklıklar aştık, pirinç tarlaları geçtik. Söz konusu atmosferi daha da etkili kılacak olan sisli hava da bizi yalnız bırakmadı sağolsun. Sonunda hayatımda gördüğüm en ilginç yerlerden birine geldik. Terkedilmiş bir plaja benzeyen, ellilerin Kaloforniya sahillerini anımsatan bir yerdi burası. İçim hala hatırladıkça ürperiyor. İnanmazsınız terkedilmiş benzin istasyonu bile vardı.


Neyse ki restoran kapalıymış. Bir seri katil gelip hepimizi tek tek doğramadan ayrıldık tabii buradan. Sonra az önceki tüyler ürpetici mekanın tam tersi olan masmavi bir restorana demir attık. Yirmi dakikalık yol süresince bulutlar bile dağıldı yahu!



Mekanın adını inanın hatırlayamadım ama Taşucu Kum Mahallesi'nde idi. Kalamar, karides ve balık harikaydı lakin ben yengeç sevmiyormuşum bunu keşfettim. Tatlımsı geldi bana yani. Yaklaşık dört yüz gramlık bir balığı bir kilo limonla tükettiğimi düşünürsek çok da şaşırtıcı değil doğrusu. Benim dışımda herkes hayran kaldı ama.

***
Kısa süren Tisan tatilimizin son gününde ise kendimizi dağlara vurduk. 



Kalbimiz de bu kez Ege'de değil Tisan'da kaldı. Neyse ki daha yakın. :)


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kim Bu Kerem Yahu?

Savaş Satış

Kerem Özdoğan Konulu Teşekkür