T.S.G.A.L

Merhabalar efendim. Eylül ayının ilk günlerinden selamlar. Şu günlerde aklıma o kadar çok yazacak şey geldi ki. Lakin hangisinden başlayayım bir türlü karar veremedim. Sonra Eylül ayının benim için ne ifade ettiğini sorguladım. Eylül başlangıç demekti. Okul, yeni bir dönem belki. Mersinde Eylül ise benim için Tevfik Sırrı Gür Anadolu Lisesi demekti. Öyleyse bu yazım alkışlarınızla T.S.G.A.L’ye gelsin.

Daha dün gibiydi lisenin ilk günü. “ Ya okulun ilk günü yere kapaklanıp rezil olursam ve kimse benimle arkadaş olmazsa teyzoş” diye mızmızlanalı koskoca 6 sene geçmiş. Yerleştirme sonuçları açıklandıktan sonra “O okula gitmek istemiyorum” diye kesin bir rest çektiğim okulu özleyeceğim hiç aklıma gelmezdi.

Umarım bu yazıyı kazandığı okulu merak edip internette araştırma yaparken gören birkaç taze liseli vardır aramızda. Ve yine umarım ki yarısında sıkılıp bir kenara atmazlar bu yazıyı. Yoksa daha iyi bir okul kazanamadım diye 4 senelerini kendilerine zehir edecekler. Ne kadar değerli insanların içinde olduklarından bir haber kalacaklar.

Şuan eminim ki birkaç yakın arkadaşınız sizden daha iyi liselere yerleştiler. Belki kazandığınız , tüm sene emek verip yerleştiğiniz okulu ; kötü şanı yüzünden sevemediniz. Olay tam da burada başlıyor zaten. Sevmek kısmında. Bizim talihsiz okulumuzun bana göre en büyük sıkıntısı “biz” olamamak. O okula sahip çıkamamak. İçinde, duvarlarında yatan tarihe rağmen. Yetiştirdiği onca güzel insana rağmen. Tavsiyem şu ki; bu hayatta hiçbir şeye kati taktirde ön yargı ile yaklaşmamalısınız. Kim ne derse desin o okul sizin ödülünüz ve siz kazandınız. Sırf bunun için bile sahip çıkmaya değer. Yetmedi mi bu sebep? Hala ilk fırsatta geçiş yapmak için okul kontenjanlarına mı bakıyorsunuz? Öyleyse devam edeyim. Sizin okulunuz köklü. Başta ünlü film yönetmeni Atıf Yılmaz olmak üzere birçok başarılı insanı yetiştirmiş bir okuldan bahsediyoruz. 1945 yılından beri birçok büyük ismi ağırlamış bu emektar okul; her şeyden önce Mersinlilerin maddi ve manevi yardımlarıyla yani imece usulü yapılmıştır. Savaştan yeni çıkmış ve küllerinden doğmakta olan bir ulusun ilim irfan aşkıyla yani.

Çocukluğunuzdan erişkinliğinize adım atacağınız bu dönemde zamanınızın büyük bir kısmını burada geçireceksiniz. Uzun, uçsuz bucaksız koridorlarında fizik öğretmeniniz Ahmet Parmaksız’ın dersine geç kalmamak için bir faninin tüm olağan gücünü tüketeceksiniz belki, belki de orta bahçede edebiyat öğretmeniniz Yasemin Gez ile bir kitap sayfasını aratmayacak kadar içten sohbetler edeceksiniz. Felsefe dersinde susmamayı, düşünmeyi ve sorgulamayı öğreneceksiniz. Tabii biraz şanslıysanız ve bu derste Lütfiye Tosun’u tanıma şansı bulduysanız. Kim bilir belki ilk sahne tozunuzu Zarife Hocam sayesinde yutarsınız. Coğrafya dersinde Songül Hoca ile açık olan “e” harfleriniz kapattıktan sonra tabii. “Beeeeeaaan” diye yaya yaya cümleye başlamanıza pek tahammül edemeyecektir haklı olarak. Şu da aklınızda olsun hayatınızdaki en tarafsız tarih dersinizi Çağlar Göç’ten bol mimikli bir şekilde alabilirsiniz. Benim gibi biraz da tarihe ilgiliyseniz bu size hayatınızın fırsatı olabilir. Tarihi doğru cümlelerle dinleyebilirsiniz. İçinizdeki ressam Bob’u bulmak istersiniz belki. Şuraya yetenekli bir Eda Hoca çizelim. Belki şuralarda bir sürü tuval ve akrilik boya da vardır. Az daha Yusuf abimden söz etmeyi unutacaktım. Soğuk kış günlerinin sıcak çay ocağı sahibi. En güzel geyiklerin adamı. Yusuf Abi! Eh ben de Yusuf abisinin nam-ı diğer pröfesörü.


Öyle işte; koskoca dört sene! Bir ihtimal; yani eğer benim kadar şanslıysanız ömürlük bir dost da çıkar karşınıza. Benim Betül’üm gibi yaptığınız her deliliğİ ılımlı ılımlı alttan alır mı bilemem. 4 koca seneyi aynı sırada paylaşacak kadar sınıf karmalarında şanslı olur musunuz onu da bilemem. Arka sırada oturup geyik ve goy goy yapabileceğiniz bir Ayşe bulur musunuz? Eh orası da meçhul. Lakin bir hayal etsenize. Benim hayatıma değen tüm bu mucizeler size de olur belki. Münazaalarda alın teri döküp, okulunuzu bilgi yarışmasında bile temsil edersiniz kim bilir. Hatta umut kesilmiş bir mezuniyet balosunu yeniden organize ederseniz. Sınıf başkanı olup tüm sınıfı okuldan kaçırırsınız ya da boşverin onu çok şeyapmayın. Okul dergisine yazı yetiştirmek için sabahlarsınız falan. Yani bir ihtimal. Olsun hayat bir ihtimal değil midir zaten. Bana kalırsa denemeye değer.


Birkaç ön uyarı:

Okuldan kaçmak için en uygunsuz fikir öğleden sonra yemekhaneden sızıp kaçmaya çalışmaktır. Eğer yakalanırsanız durum vahim. O yüzden madem aklınıza koydunuz; o gün aile zoruyla gidilen o okul ekilip arkadaşlarla biraz kafa dağıtılacak, rica ediyorum sabahtan halledin şu kaçma işini. Hiç gelmeyin yani. Öğleden sonra dersinize girecek olan öğretmenlerinizi de töhmet altında bırakmayın.

Otoparkın yanındaki bahçe; en iyi arkadaşla dertleşmek için ideal bir mekandır.

Kütüphane de yalnız kalmak için vazgeçilmez uğrak adres.

ÖNEMLİ:

Ahmet Parmaksız öğretmeninizle iyi geçinin. Zira fiziğe doğuştan bir yeteneğiniz yok ise onunla bir tartışmaya girip sağ çıkamayabilirsiniz. Kulağınıza küpe olsun diye şu anımı izninizle sizlerle paylaşacağım.

9.sınıf 1. dönem; ee tabii bana akıl verecek bir abla yok. Ben de bir hayli sivri dilliyim o zamanlar. Belki hala, neyse konumuz bu değil. Bir fizik dersi ve benim en sevdiğim ders. Konu teraziler. Formül basit; iki tarafı birbirine eşitleyip sevgili deltayı da yalnız bıraktınız mı Ahmet Hoca’yı fethettiniz demektir. Ben daha ilk dersten çok şükür bu şerefe erişmiş sınıftaki bilumum sözelci arkadaşlarımın antipatisini kazanmıştım. Neyse ne kadar sevsem de insanoğlu arada beşer şaşar işlem hatası da yapar. O derste sorulan bir soruda doğru cevaba bir türlü ulaşamadım. Yunus diye bir arkadaşım arkadan sonucu söyledi. Ahmet Hoca muhtemelen duymadı, yahut parmak kaldırmadığı için duymazdan geldi. Ardından parmak kaldırarak aynı sonucu Nuri söyledi. Ahmet Hoca tebrik edip not defterini çıkardı tam notunu verecekti ki Yunus arkadan “ Doğru cevabı ben de söylemiştim” diye atladı. Hayatının hatasıydı evet. Ahmet Parmaksız avına kenetlenip gözlerini kıstı. Kaçacak yer yoktu. “saygısız” diyerek cümleye başlayıp parmak kaldırmadan konuşmanın yanlışlığı ve yalan söylemenin etik olmadığı konusunda uzunca bir konuşma yaptı. Bu haksızlığa daha fazla dayanamayacaktım. Tüm sınıf duymuştu işte önce Yunus söylemişti. Lakin kimse sesini çıkaramıyordu. Daha fazla dayanamayıp “ben de duydum hocam Yunus söyledi” diye hadsiz bir biçimde konuşmaya dahil oldum. Ahmet Hoca bana yöneldi. Aynı cümleler bana doğru tüm hışmıyla dökülmeye başladı. Arka sıramdaki kız neredeyse korkudan ağlayacaktı. Ben ise sınıfta olduğumuzu unutup cevap veriyordum. Annem babam öğretmen olduğundan geliyordu sanırım bu aşırı rahatlık. Katiyen tavsiye etmem. Ahmet Hoca daha fazla dayanamadı “Avukat hanım sizi bir de tahtada görelim. Bakalım fizikte de bu kadar cesur musunuz” dedi. Sınıf nefesini tuttu, soluksuz beni izliyor. Ahmet Hoca not defterini çıkardı. Eğer doğru sonucu bulamazsam muhtemelen bütünlemelerde bir ömür sürünecektim. Lakin defterde yapamadığımı belki o anın heyecanı belki de ikinci kez aynı soruyu çözmenin dikkati ile yapmıştım. Doğru sonucu bulmuştum. Ahmet Hoca geç yerine diyerek hışımla not defterini masaya fırlatmıştı. Ve ben o gün kendime söz vermiştim. Dokuzların en yüksek fizik dersi notunu ben alacaktım.

Aradan bir ay geçişmişti. Gecem gündüzüm birbirine karışmış her yer fizik olmuştu. Sınav bitmiş notlar açıklanacaktı. Ahmet Hoca tek tek ayağa kaldırıp kaç beklediğimizi soruyor sonra da notumuzu söylüyordu. Sıra bana gelmişti. Bana ısrarla Abide diyordu. Kaç beklediğimi sordu. Ben ise “aramızı düzeltebilecek kadar iyi bir not bekliyorum hocam; bir hayli emek verdim” diye cevap verdim. “91 otur!” dedi 91!!!! Evet rekoru kırmıştım. Zafer benimdi. Ders arasında Ahmet Hoca beni tebrik etti.

Lakin ne gerek vardı gerilmeye. Ya gerçekten fiziği sevmeseydim de öğretmenime küsüp o dersi kendime zehir etseydim. Yapmadım. Ömrümüz mutsuz olmak için çok kısa. Bu yüzden mutlu olmaya bakın, sevin. Okulunuzu , hayatı, kitapları, insanları; sevilesi ne varsa sevin. Sahiplenin. O zaman sadece lise değil hayat da mucizelerle dolacaktır.

 Bi kaç mucizevi anı:




MONA-SABRİNA-ARİA



Bazen en yakın arkadaşın doğdu diye tüm okulu dağıtırsın.

                         
Neden okul çantam köfteci gibi sormayın...
                                           

Lisenin bana kattığı o dost.
                                                    


Saçları örelim kızlar ki kadın hocalarımızı sinir krizine sürüklemeyelim.

Misal Songül hocanın dersinden önce ben.
                 
                                             


Çokça partiledik.
                                                               
                                                               
Mezuniyet paraları ile kaçmak vardı ya neyse.
                                             
Arka sırada batak keyfiksadjs.

                                                         



Evet bloğumun adı lisedeki en yakın arkadaşlarımla takma isimlerimiz. Birlikte yazmaya başladığımız bir öyküden kaldı. Karşınızda meşhur Mona. Ariamız da yukarıda. Ben deniz Sabrina iyi bir eğitim öğretim yılı dileyip kocaman öperim.

Sabrina xoxo.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kim Bu Kerem Yahu?

Savaş Satış

Kerem Özdoğan Konulu Teşekkür